top of page
  • Yazarın fotoğrafıDüş ve Mitos

SUSTURUCU TAKILMIŞ RÜYA / Öykü











SUSTURUCU TAKILMIŞ RÜYA

Hasan Çelikkol

Öykü


Her sabah erken saatlerde kalkıp yürüyor, yürürken de kendime sorular soruyordum; son üç saniyeden başlayıp son üç gün, son üç ay, son bir yıl ve daha nice zamanlara. Zamansız ve mekânsız karanlığın hükmünde dış bükey aynalara bakıp cevapları bulmaya çalışıyordum.

İtiraf etmeliyim ki sancıların fotoğrafını çekerken uyanıyordum. Uyanışım ruhuma en uygun olan durumdu, ama acıları nasıl bitirir, yalanların duvarlarını nasıl yıkardım henüz bilmiyordum.

Gerçek olan bir şey vardı: Düş âleminden uyanmıştım. Bütün âlem düş içinde bir gerçekmiş diyordum artık. Gerçek, dolu bir levha ve anlamlı bir kurguydu. Karanlık bir ifadenin perde arkasındaki doğru, cehennem alevinin altından geçmekti…

Kaç yalnızlık, kaç hüzün vardı, artık biliyordum.

Yürürken tutuklu kaldıklarımın gölgesinden ayrılıp zakkum rengini yere bıraktım. Geç kaldığımı bilsem de; “gölgelerin hepsi bir avuç kum eskisiymiş” dedim.

Sonra rüzgârı bekleyen bir yolcu oldum.

Yağmur damlalarının pencereye vurduğunu gördüm.

Yarınları düşünmeye başladım.

Kötü rüya olmaz. Demir parmaklıkların arkasında kalınsa da - nedensiz ve sorgusuz - karanlıkta yol almak ister insan. Dört duvarın arkasında kırbaçlanırken önce uzakta görünür gemiler, sonra yakınına gelir.

Hepsi kötü bir rüya diyordum.

Sorular gri hücrelerime dağılmış durumdaydı.

Kale kapısından ayrılıp içeriye girdim. Okuduğum pek çok kitap isimleri geldi gözlerimin önüne. Hafızanın hainliğine uğranmazsa gerçeklerde rüyaya yer yoktu. Çok şükür hafızam beni yanıltmıyordu. Çiçeğe vurmuştu haşhaş, kanat çırpmıştı kuşlar.

Ben de bu yüzden rüyalarımı magnezyum tortularına astım. Kimliğimi terk ettim, hapisteki günlükleri yakıp yıktım, zaman ve düşleri unuttum.


x


Hemen hemen her gün garip rüyalar görüyordum. Ben bu rüyalarıma “Susturucu Takılmış Rüya” diyorum. Neden bilmiyorum belki de rüyamda susturucu bir silah kullanmış olduğundandır.

Kalabalık bir yerde, birini gösteriyordum elimle.

Sami Yalaz’ı…

Ona güvenmiştim. Oysa o güvenimi boşa çıkarmıştı. Soygundan sonra bir daha görmedim onu. Üzerimde asker elbisesi olduğu halde Taşnaz’a doğru giderken, “Artık son perde ile yüzleşeceğim” diyordum. Anlamadığım babamın bana verdiği köstekli saatime bakıyordum.

Sekize beş dakika vardı.

Kasabaya girmeden önce, “Uygun bir kayalık bulmalıyım” dedim.

Elimde dürbünlü bir tüfek vardı. Belli ki birini veya birilerini öldürmek istiyordum. Kimi öldüreceğim belli değildi. Ortalıkta kimseyi göremiyordum çünkü.

Saatine tekrar bakıyordum. Saatim neden önemliyse artık. Saat sekizi gösteriyordu.

Etrafa buz gibi bir sessizlik hâkimdi.

Birilerinin gelmesini bekliyordum...

Rengi pek belli olmayan bir kamyonet görünüyordu uzakta ve bu kamyonet olduğum yöne doğru geliyordu.

Hem de son sürat hızla.

Saat 8.45’ti.

Tüfeğimi omzuma yerleştirip nişan alıyordum.

Etraf buzdan sessizliğe gömülmüş, tüfeğim tek bir hedefe, bir adama kilitlenmişti.

Kamyonetteki adama…

Kamyonet beş yüz metre ilerideydi. Arabanın biraz daha yaklaşmasını bekliyordum.

Dört yüz yetmiş beş metre…

Dört yüz metre…

Dört yüz metrenin tetiği çekmem için en uygun mesafe olduğunu düşünüyordum ve “Tamam” deyip tetiği çekiyordum.

Kamyonetin içindeki adam omzundan vuruluyordu. Kim olduğu belli olmayan adamın yüzü görünüyordu o an. O adam birden bire Sami Yalaz oluyordu.

Kamyonet yoldan çıkıp sağa sola kayarak bir kayaya çarpıyordu ve iki yüz metre sonra toprak yolun kenarında duruyordu.

Sami Yalaz arabadan çıkıp bir yerlere saklanmak için hareket ediyordu.

Sinirlerim gergindi.

Durup etrafı dinliyordum. Sami Yalaz kıpırdayamıyordu. Kamyonetin arkasında hareket etmeye çabalıyordu sessizce, ama pek başarılı olamıyordu. Çıkardığı sesi duyunca bulunduğu yöne doğru gidiyordum.

Benim geldiğimi görür görmez kaçmak istiyordu, kalkmaya çalışıyor ama bir türlü yerinden kalkamıyordu. Gömleğinin sağ tarafı boydan boya kan içindeydi. Yana doğru eğilmesine rağmen ağır yaralanmıştı. Yüzü acıdan kaskatı kesilmişti. Yeni bir acı dalgası gelmeden kaçıp kurtulmam gerekiyor diye düşünüyordu. Kurşun sağ ciğerini parçalamış, çok kan kaybetmişti. Kısa bir süre içinde kendini kaybedecekti.

Yanına gidiyordum.

Yavaşça diz çöküp dizlerimin üzerinde hafifçe doğrulup tüfeğimi omzuma yerleştiriyordum ve sonra nefesimi tutarak işaret parmağımla yavaşça tetiğe dokunuyordum.

Sami Yalaz o an ölüyordu…


Yasak Gölgenin Adresi’nden / 2023

Comentarios


1/3
Henüz etiket yok.
Search By Tags
  • Facebook Classic
  • Twitter Classic
  • Google Classic
Follow Us
bottom of page