top of page
  • Yazarın fotoğrafıDüş ve Mitos

GÜNAHKAR BİR BIÇAK YARASI / Öykü



GÜNAHKÂR BİR



BIÇAK YARASI

Öykü

Hasan Çelikkol

 

Sarhoştu.

Masa başına geçip “Biraz kendime geleyim” diye düşünürken arka taraflarda olup bitenlerden haberi bile yoktu. Bu yüzden sırtına yediği darbenin ne olduğunu ilk anda anlayamamıştı. Keskin, dayanılması imkânsız acılara neden olan bir şey sırtına saplanıp çıkarılmıştı.

Günahkâr bir bıçak yarası ancak bu kadar acı verebilirdi.

Başı masaya düşerken şarap şişesini devirmişti. Sırtı da çok acıyordu. Bu sancılı acıyı daha fazla dayanamayacağını biliyordu. Ölümden kurtulabilmesinin imkânsız olduğunu bilse de hiç beklemediği bir anda sırtına vurulan bu darbenin nedenini öğrenmek istiyordu.

“Neden?” diye soruyordu.

“Neden? Neden? Neden?”

Gözleri faltaşı gibi açılmış yana bakıyordu. O an, acı dolu sessizliğin içinde tarifsiz haller göz önüne gelse de neler olacağını bilmiyordu ama sırtından çıkan bıçağın yere düştüğünde çıkardığı sesi duymuştu. Sanki katili yaptığından pişman olmuş da bıçağı elinden bırakıvermişti. Ayak sesleri gerilere doğru giderken bedenine saran acıyı daha azalmış hissediyordu ama üzerine de bir üşüme geliyordu. Yazın bu sıcağında neden üşümeye başlardı ki insan? Aklına kötü düşünceleri getirmek istemedi. Yardım isteyecek gibi oldu ama sesi çıkmadı. “Neden sesim çıkmıyor?” dercesine gözlerini yana doğru kaydırdı. Hiç uygun davranış biçimi değildi ama kendine yapılanların hesabını sorması gerekiyordu. Acıların en acısıydı sırtındaki. Mermi yarası olsaydı bu kadar acı hisseder miydi acaba? Sanmıyordu. Bu acı, olsa olsa kafesinden kaçan bir kaplanın keskin dişlerinin yarattığı acı olabilirdi.

Bilmiyordu.

Bildiği zamanının azaldığıydı. Kaldığı apartman dairesi hastaneye çok yakın olsa bile kan kaybından öleceğini biliyordu. Bu düşünce benliğine sarınca üşümesi biraz daha arttı. “Hey” diye bağırası geldi. “Ne yapıyorsun hâlâ arkamda? Beni hemen hastaneye götür.” Katili bu sözlerini dikkate alır mıydı hiç? Almayacağını biliyordu. Peki, neden kendisini bıçaklamış olabilirdi?

O an barometre gibi, havadaki nemi algılayıp her şeyi sezinler gibi oldu. Çünkü sırtındaki bu bıçak yarasının altında yatan ne duyguları ne de yaptıklarıydı. Kendisini savunma içgüdüsünden ileri geliyordu. Olan olmuştu nasılsa, konuşarak bu işi sonuçlandıramazlar mıydı? Ama çok geçti bunları düşünmesi için.

Oda sessizdi. Arkasında iz bırakmadan gitmiş olabilir mi diye düşündü o an. Kıpırdayabilse belki bir ipucu yakalayabilirdi ama kıpırdayamıyordu. Demek bıçak yarası hareket yapma olanağı bırakmıyordu insanda. Biraz elini uzatabilse, telefona yaklaşıp bir “Alo” diyebilse ne iyi olurdu. Hastane hemen şuracıkta idi. Belki birileri kurtarabilirdi. “Nerede kaldınız?” demeyi o kadar çok istiyordu ki.

Meğer ne yalan bir düşünceymiş.

 

*

 

Kapı zili çaldığında bilgisayarındaki e-maillerini okuyordu. Son günlerin sıkıntısını üzerinden atabilmek için de bir şişe şarap açmıştı kendine.

Masa lambası yanıyordu ve saat 11’i 3 dakika geçiyordu.

Karşısında onu görünce, “Hoş geldin” diyerek içeriye buyur etmişti.

“Benim de canım çok sıkılıyordu, iyi ki geldin. Bütün gün gelişmeleri düşünsem de bir hal çaresi bulamadım. Bu açmazın içinden nasıl çıkacağımız da belli değil. Ne işin içinden çıkabiliyorum ne de bir çözüm üretebiliyorum.”

“Geleceğimi söylemiştim sana.”

“Doğru, söylemiştin.”

“Bakıyorum ben gelmeden içmeye başlamışsın.”

“Unutmuşum senin geleceğini.”

“İyi o zaman bir kadeh alayım da ben de içeyim bari. Senin derdin benim derdim demek, benim derdim de senin derdin. Öyle değil mi Kemal?”

“Yaa evet. İkimizin derdi birimizin derdi.”

Salona geçerken onun gergin göründüğünü fark etmiş, mutfak dolabından yeni bir kadeh çıkarıp doldururken, "Belki sarhoş kafayla daha yaratıcı fikirler gelir aklımıza. Ha ne dersin?” diye dalga geçmişti.

“Çok kalmayacağım Kemal, ama gitmeden önce de sana kırıldığımı söylemeden geçemeyeceğim. Sarf ettiğin sözler, hani ne yalan söyleyeyim hiç hoşuma gitmedi. Ne yani bu işi beraber yaptıysak beni de Sinan Beye söylemek zorunda mısın? Adam belki de blöf yapıyordur? Nereden bileceksin? Daha adamın ilk cümlesinde, korkup bülbül gibi ötmek zorunda değilsin ki?”

“Ne yapmalıyım sence?”

“Bırak neler olup bittiğini onlar bulmaya çalışsın Kemal.”

“İlk etapta muhatap olan sen değilsin ama? Onun için bu kadar rahat konuşuyorsun. Ne yapacaklarını düşünmek istemiyorum artık, ne yapacaklarsa yapsınlar. En fazla işimize son verirler.”

“Ne diyorsun yahu? Hiç öyle şey olur mu? Ne olur bundan sonraki kariyerimiz hiç düşündün mü?”

“Kariyerine başlatma senin. Her şey benim üzerime yıkılıp kalacak diyorum sana, anlamıyor musun? Bu işe beraber girdiğimize göre sonuçlarına da beraber katlanırız.”

“Ama ben buna izin veremem Kemal. Tüm hayatım boyunca bir fırsat yakalamışım, sen ‘Söyleyelim olsun bitsin bu iş’ diyorsun. Korkaklığın yüzünden tehlikeye atamam kendimi, haberin olsun."

İşaret parmağını yüzüne doğrultup tehditkâr bir tavır takındığını görmüştü. Sallanan ip merdivenin tepesine çıkmış bir insanın tehlikeyi sezinleyip çığlık atması gibi bir şeydi bu tavrı.

Düştükleri duruma küfrediyordu. Herkese kızgındı. Otur oturduğun yerde diyordu kendi kendine. Neymiş efendim borsada oynaması gerekliymiş. Sesi giderek yükselmeye başlamıştı. Lanet olsundu borsacılar ile gittikleri o yemeğe. Ulan senin neyine borsa? Otur oturduğun yerde. Hadi borsada oynadın diyelim niye kredili yapıyorsun bu işleri? Sen borsada uzman mısın? Hayır. Öyleyse niye bulaştın be adam? Öfkeyle küfrediyordu. “Lanet olsun o güne” diye sesini yükseltti.

“Kemal çok fazla sesini çıkarma lütfen. Sarhoşsun. Bak dışarıdan filan duyulur.”

“İçim yanıyor içim. Sen anlamıyor musun? Her şeyimi, paramı, sevgilimi, kaybetmişim ben.”

Sakinleşmesi pek mümkün görünmüyordu.

“Neden böyle yaptık biz? Haa, niye yaptık?”

“Sus be Kemal, sus dışarıdan duyacaklar.”

“Duyarlarsa duysunlar.”

Açık duran bilgisayarın ekranına boş gözlerle bakmaya başladığında, onun mutfağa girdiğini, “Bu adamdan hayır gelmez artık. Ben bu korkak adamın esiri de olamam” diye düşündüğünü, etrafı kolaçan ederken de sert bir şeyler aradığını, dolap çekmecesindeki bıçağı gördüğünde neler düşündüğünü ve sonrasında sessizce salona geri dönüp bıçağı sırtına saplamaya hazırlandığını fark edememişti.

Sonra koyu bir sessizliğin içinden çıkıp gelen acıyı hissetmişti.

Günahkâr bir bıçak yarası ancak bu kadar acı verebilirdi.

 

 

 

 

 

 

 

Commentaires


1/3
Henüz etiket yok.
Search By Tags
  • Facebook Classic
  • Twitter Classic
  • Google Classic
Follow Us
bottom of page