top of page
dsc01261

Yaşadıklarımı anlatmayı severim. Yaşadıklarımın içine öyküler yerleştirip anlattıklarımla karşımdakilerin dertlerini paylaşır, kederlerini almaya çalışırım.

dsc01420
dsc01611
dsc01478
dsc01459
dsc01401
dsc01378
dsc01354
dsc01341
dsc01667
dsc01282
dsc01292
dsc01246

Uçhisar değişik bir yerdir. Bölgeyi tepeden görebilirsiniz.

dsc01217

Vadiyi dolaşmamız iki saatimizi aldı. Kaldı ki vadinin sadece bir bölümünü dolaşabilmiştik.

dsc01216
dsc01214

KAPADOKYA

 

Yaşadıklarımı anlatmayı severim. Yaşadıklarımın içine öyküler yerleştirip anlattıklarımla karşımdakilerin dertlerini paylaşır, kederlerini almaya çalışırım.

Göremelilerin bir sözcüğü vardır bunun için.

“Dıllanmak.”

Bende şimdi Göremelilerin deyimiyle dıllanacağım.

 

Onu ilk gördüğümde Ihlara Vadisi’nde yürüyordu.

Güzel kadındı. Sırt çantasına bakılacak olursa önümde giden gruptan biri olmalıydı ve gruptan kopmamaya çalışıyordu. Yanında bir delikanlı vardı. 22 yaşında ya vardı ya yoktu. Yakışıklıydı. Uzun boyluydu. Kim olduğunu bilmiyorum ama yakını olmalıydı. O zaman bilmiyordum. 

Yürüyüşüme devam etmeye hazırlanırken yanıma geldi. Yorgun olduğu her halinden belliydi. “Vadinin sonuna çok kaldı mı?” diye sordu.

Yüzünde masum gülümseme hâkimdi. Ne yalan söyleyeyim, gözlerine bakınca huzur buldum diyebilirim. Veya ben öyle sandım

“Yoruldunuz galiba” dedim.

“Şu sırt çantası yordu beni. Bugün turumuzun ilk günü ve rehberimiz daha ilk günde çok yol yürüttü. Bilseydim sırt çantamı almazdım ama alışkanlık işte.”

Eğilerek sırt çantasını çıkardı. “Emre, şu çantamı sen taşıyabilir misin?” diye delikanlıya baktı.

“Peki, anne” dedi delikanlı.

“Anne mi” dedi. Kulaklarıma inanamadım. Demek genç kadının oğluymuş. Şaşırmıştım.

“Ben size yardım edeyim” dedim.

“Zahmet olmasın?”

“Beraberce taşırız. Delikanlıyı da çok yormayız. Onun çantası da ağır zaten”

“Siz buralı mısınız?”

“Hayır, ama bilirim buraları. Dilerseniz size rehberlik edebilirim. Doğal mekânları, vadileri, efsanelerini anlatabilirim size”

Yalan söylemiyordum. Buraları gerçekten iyi biliyordum. Birkaç defa gelmiştim. Çünkü buranın doğal yapısı beni büyülemişti.

“Efsaneleri” dedi, “bende çok merak etmişimdir. Nedir buranın öyküsü, bize anlatır mısın lütfen.”  

“Bundan yüzyıl önce, burada, Kapadokya’da fakir bir aile yaşarmış. Fakirlermiş ama bu fakirliklerini hiç dert etmezlermiş. Dertleri başkaymış onların.  Çocukları olmuyormuş. Üzüntüleri o kadar büyükmüş, o kadar büyükmüş ki her Allah’ın günü Tanrıya dua ederlermiş. Fakirlikleri dert etmezlermiş ama ah çocuk hasreti o kadar içlerini yakıp dağlarmış ki. Tanrı bir gün dileklerini yerine getirmiş. Bir kızları olmuş.”

“Ne güzel. Kız nasıl, güzel miymiş bari?”

“Evet, çok güzelmiş gerçekten. Gözleri sizin gözlerinize benziyormuş. Saçları sizin saçlarınız gibiymiş.”

“Sonra?”

“Sonra, kız büyümüş serpilip peri kızı gibi olmuş. Pek çok isteyeni olmuş ama o bir türlü sevememiş. Bir gün rüyasında bir delikanlı görüp onu çok beğenmiş. Kısa bir an, rüyasında da olsa sevmiş. El ele tutuşup şu yanından geçtiğimiz ırmağın kenarında yürümüşler. Sonra, sonra delikanlı ırmağın içinde kaybolup gitmiş. Kız uyandığında bunun rüya olduğuna inanamamış. Tekrar gözlerini yummuş ama delikanlıyı görememiş. Irmağın yanına inmiş. Suya baktığında kendisine bakan delikanlının yüzünü görür gibi olmuş bir an, sonra yüz kaybolmuş. O günden sonra kız rüyasında delikanlıyı tekrar görürüm umuduyla beklemiş, beklemiş, beklemiş. Ama delikanlıyı bir daha rüyasında görememiş. Yemeden içmeden kesilmiş. Bu duruma annesi, babası çok üzülmüş.

Günler geçmiş ve genç kız, bir gün kıyıda dolaşırken yaşlı bir bilge ile karşılaşmış.”

“Aşk acı vermemeli insana değil mi? Zavallı kıza, sonra ne olmuş?”

Bilge “ Ne arıyorsun burada kızım?” diye sormuş.

Kız derdini anlatınca, “Onu burada vadide ara, bulamazsan yerin altında ara. Gerekirse yerin yedi kat altında ara. Mutlaka bulursun” demiş.

“Kız vadiyi baştanbaşa geçmiş. Kiliselerin her birine uğramış. Şimdi bizim yapacağımız gibi. Gelin üçümüz de buraları tek tek görelim”

 “Bulabilmiş mi delikanlıyı?”

“Şu Ihlara vadisini dolaşalım. Gerisi sonra.”

Vadiyi dolaşmamız iki saatimizi aldı. Kaldı ki vadinin sadece bir bölümünü dolaşabilmiştik. Sonunda tepeye çıktık kuşbakışı vadiyi seyrettik. Çok beğendiklerini her fırsatta söylediler. Ama vadi yarılmıştı ve biz delikanlıyı bulamamıştık.

Ihlara çıkışında dinlenirken vadiyi ismini veren öyküyü anlattım. Çok hoşlandılardı. Sizlere de anlatayım. Beğeneceğinizi biliyorum.

Çok zaman, çok zaman önce vadide yaşayan güzel bir peri kızı varmış. Kız öyle güzelmiş ki köylüler kızı görmek için vadiye gelirlermiş. Kızın ismini sorduklarında “Benim adım Lara” dermiş. Kızın bir özelliği varmış. Gülerse bulutlar dağılır, ağlarsa yağmur yağarmış. O çağlarda köylüler bu yüzden kıza ‘Yağmur Tanrıçası’ adını vermişler. Köylüler artık yağmur istediklerinde, Yağmur Tanrıçası olarak kabul ettikleri Lara’ya, “Lara ne olur ağla” derlermiş.

Ve seneler geçmiş.

Peri kızı mağarada yaşıyormuş ve mağaraya merdivenle çıkıyormuş. 385 basamaklı bir merdivenmiş bu. Peri kızı ağlayıp her gün yağmur yağdırdığından yorgun oluyor, yukarıya “ ıhh, ıhhh” diye çıkıyormuş. Bir gün bunu gören gençler peri kızı ile dalga geçmişler. “Ihlama Lara, ıhlama Lara” diye. Peri kızı çok kızmış ve güvercin olup uçup gitmiş. Bir daha da hiç görünmemiş.

Uzun yıllar “Ihlama Lara, ıhlama Lara” dönüp dolaşıp “Ihlamalara” olarak anılmış,  sonra da değişime uğrayıp “Ihlara Vadisi” olmuş”

“Söylencelerin her birinde kızlar var demek. Peki rüyasında gördüğü gence âşık olan kıza ne olmuş? Sonra nereye gitmiş kız?”

“Uçhisar’a. Uçhisar değişik bir yerdir. Bölgeyi tepeden görebilirsiniz. Şimdi bizde gidelim. Siz nasılsa turla dolaşmayı bıraktınız. Benim arabamla gideriz.”

Yoruldukları belliydi. Ben de yorulmuştum zaten.

“Kız, Uçhisar’da da bulamamış sevdiğini. Akşam olmuş. Aramaya yarın devam ederim diye düşündüğünde aklına Derinkuyu gelmiş. Yerin yedi kat altında ara onu denmemiş miydi? Ertesi günü zor etmiş. Artık bizde çok yorulduk. Bugün turumuzu burada noktalayalım. Yarın zorlu bir gün olacak dinlenmelisiniz siz.”

 

Gece yatağımda döndüm durdum. Uyuyamadım. Bir ara rüya bile gördüm. Konusunu sabah unutmuşum ama aşkla ilgili olduğunu hatırlıyorum.

Sabahı nasıl ettiğimi bilmiyorum. Kaldıkları otelin önüne geldiğimde beni bekliyorlardı.

“Bugün nerelere gidiyoruz” diye sordu.

“Derinkuyu’ya dedim. Kızın sevgilisini aramaya devam ettiği yeraltı şehrine.”

“Öykünün sonunu öğrenebilecek miyiz bugün?”

“Bilmem.”

Derinkuyu bir derya yer.

Romalıların zulmünden korkan Hristiyanlar buraya göç edip saklanmışlar. Yerin yedi kat altına kadar odalar, ibadet yerleri ve kilise yapmışlar.”

“Peki, dolaşalım o zaman.”

Arabam ve ben emrinizdeyim.”

 

İlk defa elini o zaman tuttum. Derinkuyu’da aşağıya doğru giderken yardım etmek amacıyla. İçim bir tuhaf oldu.

Dışarıya çıktığımızda “Ne yazık ki kız burada da delikanlıyı bulamamış. Kapadokya’nın vadilerini aramalıyım. Herhalde ben yanlış anlamışımdır diyerek, Zelve, Derbent vadisine ve Paşabağ’a gitmiş. Şimdi bizde oralara gidiyoruz. Gelin şurada çay içip biraz soluklanalım. İçeride yorulmuşsunuzdur.”

Benden hoşlandığını hissetmeye başladım. Ya öykü onu çok etkilemişti ya da ben. İnşallah ikincisi doğru çıkar. Çünkü ben etkisi altına girmiştim bile. Ve onsuz olmak istemiyordum.

Zelve, Paşabağ ve Derbent vadisinde çekildiğimiz fotoğraflara bakınız. Çok farklı bir yer değil mi?

Vadileri çok beğendi. Kendisi de fotoğraf çekti. Rüyasında âşık olan kızı merak ettiğini biliyordum. O söylemese de biliyordum. Arada kaçamak bakışmalarımın olduğunu söylemeden edemeyeceğim.

Akşam yemeğinde öykünün kalan bölümünü anlattım.

“Kız çömlek yapılan yerlerden birine gideyim belki karşılaşırım diye düşünmüş.

 

 

 

Yok.

Yok.

Yok…

Göreme Açık hava müzesine girmiş. Yok, yok, yok.”

“Bizde gidecek miyiz oralara?”

“Tabiî ki gideceğiz. Bu gezimizin son günü olacak.”

“Söylesene artık, kız bulmuş mu sevdiği adamı?”

“Peribacalarını dolaşmasının son günü, her şeyden vazgeçtiği gün Ihlara Vadisinde gördüğü yaşlı bilge ile karşılaşmış. Yaşlı bile;

“Nasıl bulabildin mi kızım? “diye sormuş.

Kız;

“Bulamadım” diye cevap vermiş.

“Bulamazsın kızım demiş. Aşkı rüyalarında aramamalısın” diye ilave etmiş. “Gerçekler bazen çok yakınındadır.”

 

Gerçekler bazen çok yakınımızda oluyor gerçekten. Kapadokya’daki 3 günlük gezinin sonunda anlamıştım bunu. Sevdiklerimiz bazen yanı başımızda oluyordu da biz fark etmiyorduk. Kaderin beni bir tesadüf eseri karşılaştırdığı kadın benim aşkım olabiliyordu.

Yüzüne bakıp, “Söylencedeki kız sevgilisini bulamadı ama ben buldum” dedim.

 

Elini tuttuğumda onun da beni sevdiğini biliyordum.

bottom of page