ZAMANIN İZİN VERDİĞİ FOTOĞRAFLAR / Hasan Çelikkol
Seslendiren: Hasan Çelikkol
zor zamanların gölgesindeyiz, mevsimler
yaşlı ve etraf toz duman
yıllar sonra istiridye içinden çıkıp
merhaba demek istiyoruz sevdiklerimize
geçmiş sıradan bir nostalji hayat maviye çevriliyken
toz zerrecikleri uçuşuyor havada
ay ışığında sevmek hiç günah değil diyorum
arkada bıraktığım mevsimlerin yalnızlığında
uzanıyorum; oksijenim küle dönüşmeden eski yıllara
gökyüzünde asılı bulutlar, rüzgârda savruldukça
birisi çekil diyor güneşin önündeki zamana
sanki eski günlerimi buluyorum denize ulaşan sokaklarda
yüzümde bir gülümseme; kış rengi düşünceler akıyor belleğimden
okyanus gözlerine düşerken
zaman izin veriyor fotoğraflara bakmama
yüzler bizim yüzlerimiz
saçlarımız gür inadına, yaşlarımız olsa olsa yirmi bir
fonda saat kulesinin sesi, okulun sesi
başka dünyalardan gelen fotoğrafların çan sesi, gençliğimin sesi
gençliğim, ahh benim uzanacağımız kadar çok yakın gençliğimin
havalara resimlerini çizdiğim gençliğim
kalabalığın arkasındaki tozlu günlerim
suları kesik öğrenci yurdum
bezgin saatlerin arkasındaki vizelerim
gecenin bir vakti deli deli çarpan yüreğim
güzelliğinden çok deliliğini sevmiştim ben
öptüm; gamzeler açtı yüzümde dağılmam belki de bu yüzden
GEL DE İÇME BU AKŞAM / Hasan Çelikkol
Seslendiren: Hasan Çelikkol
Dışa vurur rüzgâr kokun
Parmaklarımın ucu dokunur dudaklarına
Güncelerini okurum
Kıskanırım sevdiklerini ve hatta sevmediklerini
Cins isimden öte her kim olursa
Okşarken, sızlar çatlamış testinin yüzü
Koklamak isterim
Her gece terleyen bedenini
Yalansa, yalan
Erken gelen yaz kilitleniyor
Uykum gizleniyor bir yerlere
Elinde kadeh divane olup savruluyorum
Gel de içme bu akşam
DÜŞ YANSIMASI
Adı, soyadı
Açılır parantez
Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti
Kapanır, parantez.
O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı
Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları.
Ya sayfa altında, ya da az ilerde
Eserleri, ne zaman basıldıkları
Kısa, uzun bir liste.
Kitap adları
Can çekişen kuşlar gibi elinizde.
Parantezin içindeki çizgi
Ne varsa orda
Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci
Ne varsa orda.
O şimdi kitaplarda
Bir çizgilik yerde hapis,
Hâlâ mı yaşıyor, korunamaz ki,
Öldürebilirsiniz.
ÜVERCİNKA
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil
Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse
değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna
diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil
BEN İÇERİ DÜŞTÜĞÜMDEN BERİ - Nazım Hikmet
BEN İÇERİ DÜŞTÜĞÜMDEN BERİ
Ben içeri düştüğümden beri
güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ona sorarsanız:
“Lâfı bile edilmez,
mikroskobik bir zaman.”
Bana sorarsanız:
“On senesi ömrümün.”
Bir kurşun kalemim vardı
ben içeri düştüğüm sene.
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
Ona sorarsanız:
“Bütün bir hayat.”
Bana sorarsanız:
“Adam sen de, bir iki hafta.”
Katillikten yatan Osman,
ben içeri düştüğümden beri,
yedi buçuğu doldurup çıktı,
dolaştı dışarlarda bir vakit,
sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri,
altı ayı doldurup çıktı tekrar,
dün mektup geldi, evlenmiş,
bir çocuğu doğacakmış baharda.
Şimdi on yaşına bastı,
ben içeri düştüğüm sene,
ana rahmine düşen çocuklar.
Ve o yılın titrek, ince, uzun bacaklı tayları,
rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldular çoktan.
Fakat zeytin fidanları hâlâ fidan,
hâlâ çocuktur.
Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde
ben içeri düştüğümden beri.
Ve bizim hane halkı
bilmediğim bir sokakta
görmediğim bir evde oturuyor.
Pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek
ben içeri düştüğüm sene.
Sonra vesikaya bindi,
bizim burda, içerde, birbirini vurdu millet
yumruk kadar, simsiyah bir tayın için.
Şimdi serbestledi yine,
fakat esmer ve tatsız.
Ben içeri düştüğüm sene
İKİNCİSİ başlamamıştı henüz.
Daşav kampında fırınlar yakılmamış,
atom bombası atılmamıştı Hiroşima’ya.
Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman.
Sonra kapandı resmen o fasıl,
şimdi ÜÇÜNCÜDEN bahsediyor Amerikan doları.
Fakat gün ışıdı her şeye rağmen
ben içeri düştüğümden beri.
Ve “Karanlığın kenarından
ONLAR ağır ellerini kaldırımlara basıp
doğruldular” yarı yarıya.
Ben içeri düştüğümden beri
güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine,
ben içeri düştüğüm sene
ONLAR için yazdığımı:
“Onlar ki toprakta karınca
suda balık
havada kuş kadar çokturlar,
korkak, cesur,
cahil, hakîm
ve çocukturlar,
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
şarkılarımda yalnız onların mâceraları vardır.”
Ve gayrısı,
meselâ benim on sene yatmam,
lâfü güzaf.
Nazım Hikmet